Kalimerhaba Konserleri

Rodney Simes Türkiye’de ünlü bir Yunan şarkıcının konserini yapmak istediğini söyleyince, bir Türk şarkıcının da yer alacağı Türk-Yunan Dostluk Konseri planları başlamış oldu.

KALİ MERHABA KONSERİ

KALİMERHABA / Türk Yunan Dostluk Konserleri

Polonya’ya ilk seyahatlerimizden birini Atina üzerinden yapmış, öğle yemeği için de şimdi avucumum içi gibi bildiğim ama o zaman tesadüf eseri bulduğumuz Plaka’da bir restorana gitmiştik.

Sipariş ettiğimiz yemeklerimizi beklerken garsonumuz masamıza iki kadeh ouzo ve bir pastırma tabağı getirdi. Bunları masaya koyarken de eli ile işaret ederek Türkçe “şefin ikramı” demişti.

İşaret ettiği yere baktığımızda Cumhurbaşkanlarına yakışacak görüntüde çok klas yaşlıca bir adaının tezgâhın arkasından elindeki ouzo bardağını kaldırararak bize “hoş geldiniz” dediğini görmüştük.

Türk – Yunan düşmanlığının köpürtülmeye çalışıldığı yılların ortasında Atina’daki daha ilk saatlerimizde çok hoşumuza giden hoş bir sürpriz ile karşılaşmıştık.

Biz bunun üzerine yaşlı garsonumuz ile konuşmaya başladık. Türkçe’si çok güzel olduğundan Yunanistan’a yeni göç ettiğini düşünerek “ne zaman Atina’ya geldin” diye sorduk.

Olcayto Ahmet Tuğsuz

Adam “ben burada doğdum” deyince de şaşırdık. “Peki nasıl olup da bu kadar güzel Türkçe konuşuyorsun” diye sorduğumuzda da cevap olarak “Bizim evde Yunanca konuşmak yasaktı, Annem buna kesinlikle izin vermezdi. Ben de hala aynı kuralı uyguluyorum” dedi.

Biraz hoş sohbetten sonra o akşam sirtaki oynanan ama turistik olmayan tipik bir Yunan tavernasına gitmek istediğimizi söyleyip iyi bir adres vermesini istedik. Bize cevap olarak “ben de hanımı alıp gelsem hep birlikte gitsek olur mu” deyince biz de memnuniyetle bu teklifini kabul ettik.

Akşam Syntagma meydanında buluştuğumuzda karısının adamın iki misli iriliğinde boylu poslu bir kadın olduğunu gördük.
Ama gittiğimiz ilk tavernaya daha adım attığımız anda bir alkış koptu.

Bunun sebebini önce anlamadık ama sirtaki müziği çalmaya başlayıp da içeridekilerin coşkulu ısrarları üzerine piste çıkan bizim “madam” hayatımızda gördüğümüz en güzel sirtaki dansını yapmaya başladığında .biz de hayran kaldık.

O ağır kilosuna ragmen bir balerin hafifliğinde dans ediyor ve herkes piste adım bile atmadan onu izliyordu. Bir ara onu o ağır cüssesi ile bir ouzo bardağının üstünde tek ayağı ile dönerken gördüğümde gözlerime inanamadım. O akşam en az 4-5 mekân gezdik ve her birinde de aynı coşku ile karşılandık.

Atina’da henüz bir gün geçirmiş olmama rağmen kararımı vermiştim.

Dünyada ayrı dinlere sahip olmalarına rağmen insanları ve yaşam biçimleri birbirine bu kadar benzeyen başka iki ülke yoktu. Buna 2. Dünya Savaşı sonrasında sadece 45 yıldır ayrı kalmış olmalarına rağmen Batı ve Doğu Almanya halkları bile dahildi.

Bu seyahatten o kadar büyük zevk almıştım ki bundan sonraki tüm seyahatlerimi hep bir Yunan adasından feribot ile Atina’ya giderek ve orada da en az bir gece geçirerek yaptım.

Ve bu seyahatlerimin her seferinde “bu iki ülkenin insanları birbirlerini tanısalar arada ne düşmanlık kalır ne de başka bir şey” diye düşünmeye başlamıştım.

İşte bu düşüncemi gerçeğe dönüştürmek için karşıma büyük bir fırsat çıkmıştı.

İzmir’den arkadaşımız olan Rodney Simes Türkiye’de Kaloyannis isimli ünlü bir Yunan şarkıcının konserini yapmak istediğini söylemiş ben de bunu bir Türk şarkıcının da yer alacağı bir Türk-Yunan Dostluk Konseri olarak yapmayı planlamıştım.

İşte bu vesile ile Atina’daydım. Eşim ile birlikte Atina’ya gelen Rodney bizi aynı gün Kaloyannis’in menejeri Dimitri ile tanıştırıyor. Kaloyannis Yunanistan’ın en sevilen şarkıcılarından biri. Teodorakis’in de favori şarkıcısı. Cuntaya karşı çıktığı için uzun yıllar sürgünde yaşamış.

Onunla birlkte sahne almak için aklıma gelen ilk iki isim Sezen Aksu ile Nükhet Duru oluyor. Biraz daha düşününce bir dostluk konseri için Nükhet Duru’nun daha iyi bir seçim olacağına karar veriyorum.
Ama bu konserler için öncelikle bir sponsor bulmamız lazım…

Konserlerin ismi ve slogan kafamda belli
KALİMERHABA / Ege Şarkıları Kucaklaşıyor

Bu yüzden de sponsor olarak aklıma hemen Ege Seramik ve Adnan Polat geliyor.

Tanıdığım Adnan Polat hayatı boyunca hep net olmuştur. Cevapları daima evet ya da hayır olup “belki”, “bir düşüneyim” gibi cevaplar verdiğine hiç şahit olmadım.
Bu kez de öyle oldu ve kafamdaki rakamı söyler söylemez “tamamdır” diyor.

Bu konserler için en etkili tanıtım aracının medyada çıkacak haberler olduğunu bildiğim için de birtakım aktiviteler yapmaya karar verdim.

Bunun için ilk olarak Nükhet ile Kaloyannis’i Çeşme’de bir araya getirerek basını davet ettim.

Daha sonra da Nükhet Duru ile Atina’ya gittik ve Kaloyannis ile ikisini bu kez de orada bir araya getirdim.

Akşamüstü buluşmamız Kaloyannis’in o gece sahne alacağı mekânda oldu. Birlikte söyleyecekleri şarkıların kısa bir provasını yapacakları için Kaloyannis’in orkestrası da orada idi. Fırsattan istifade hemen orkestraya yeni bestemi çaldırtıp ikisine söylettim. Sonuç harika.

Nükhet Duru & Olcayto Ahmet Tuğsuz

Nükhet Duru, Kaloyannis

Atina’da ani bir kararla havuzbaşında bestelediğim Kalimerhaba şarkısını aynı gün Nükhet Duru ve Kaloyannis’e öğretirken…

Kalimerhaba

Bir taşla iki kuş vuruyoruz. Ertesi gün tüm Türk gazetelerinde çıkacak bol bol fotoğraf çekilirken konserin başında birlikte söyleyecekleri yeni bir şarkımız da hazır.

İstanbul’a döndüğümüzde Çırağan Sarayı’nda bir basin toplantısı yapıyoruz.

İlk konser 24 Ağustos 1991 günü Efes Antik Tiyatro’da oluyor.

Organizasyonun maliyeti açısından delilik olarak adlandırılabilecek bir şey yapıyorum ve her iki şarkıcının orkestraları sahnede ayrı ayrı ve yan yana diziliyorlar.

Kaloyannis söylediğinde onun orkestrası, Nükhet söylediğinde de Nükhet’in orkestrası çalıyor birlikte söyledikleri şarkılarda da her iki orkestra birlikte çalıyorlar.

Nükhet ilk şarkı olarak Kalimerhaba’yı söyleyerek sahneye çıktı. Şarkının nakaratında Kaloyannis de seyircilere Kalimerhaba diyerek katılınca büyük bir alkış koptu.

İkinci konser 27 Ağustos günü İstanbul Açık Hava Tiyatrosu’nda.
Her ihtimale karşı arada iki gün bırakıyorum.

Bunun bir sebebi de ilk konser haberlerinin gazetelerde yer almasının bilet satışlarına katkıda bulunacağını düşünmem.

Öyle de oluyor. Açık Hava’da satılmamış bilet kalmıyor.

Güvenlik tedbirleri için gelen polislerin başındaki komiser bana “Gelen seyircilerde üst araması yapalım mı, bunun kararını siz vereceksiniz” diyor.

O günlerde Türk – Yunan ilişkileri sadece devletler arası olarak değil iki ülkenin vatandaşları açısından da bugünkü gibi değil. İki taraf da birbirini çok iyi tanımıyor ve maalesef düşman olarak görüyorlar.

Düşündükçe bir dostluk konserinde üst araması bana pek hoş bir davranış gibi gelmiyor.

Biraz ürkek bakışlar ile “ben aramayalım derim ama sizin düşünceniz ne” diyorum. Komiser hiç ummadığım bir biçimde “valla benim de gönlüm razı olmuyor, insanımıza güvenelim derim, biz zaten buradayız” diyince içim rahat ediyor ve arama yapmadan seyircileri içeri alıyoruz.

Konser baştan sona kadar herkesin tüm şarkılara katıldığı ve eşlik ettiği büyük bir coşku içinde devam ediyor.
Ancak tam konserin ortasında öyle bir şey yaşıyoruz ki şu an bile düşündükçe ürpermekten kendimi alamıyorum.

Seyircilerden biri kötü niyetle olmadığı kesin olsa da son derecede sorumsuz bir biçimde aşka gelerek elinde tuttuğu yanar bir maytabı sahneye doğru fırlattı. Maytap da yine akıl almayacak bir biçimde onca kişi arasından Kaloyannis’in vokalistlerinden birinin ateşe en ufak bir dayanıklılığı olmayan incecik suni bir kumaştan yapılmış yerlere kadar uzanan pelerininin tam altına düştü ve anında alev aldı.

Pelerin arkasında kaldığı için vokalist olanın bitenin farkına bile varmadan şarkısını söylemeye devam etti.

Ben bir salise bile beklemeden hemen ses ve ışık masasının yanındaki yerimden fırladım ve merdivenleri mübalağasız beşer beşer atlayarak hızla kadının yanına doğru koşmaya başladım.
Allah’tan sahne merdivenlerinin yanında duran bir güvenlik elemanımız seyirciden gelen uğultuyu duyup son hızla gelen beni de görünce sahneye baktı ve hızla merdivenlerden çıkarak pelerine kadının arkasından çekerek yere attı ve ayakları ile söndürdü.

Belki de sadece 5 saniye süren bu şanssız durum bana sanki dakikalar sürmüş gibi gelmişti.

Bu benim ilk yaşadığım şanssızlık da değildi.

Yukarıda ilk Atina deneyimimden sonra yaptığım nerede ise tüm seyahatleri bu şehir üstünden yaptığımı söylemiştim.

Bu seyahatlerden birinde Varşova’dan Atina’ya uçarken bekleme salonunda dost olduğum birYunan iş adamı “İstanbul’da Yunan otobüsünün yakılması ne kötü oldu değil mi “dedi.

Neden bahsettiğini hiç anlamadığım için konuyu açmasını rica ettim ve öğrendim ki o gün İstanbul Aksaray’da içinde 52 Yunan turistinin olduğu bir otobüs alev almış ve 36 Yunan vatandaşı ölmüştü.

Yapılan açıklamalarda yangının otobüsün mutfak bölümündeki bir gaz kaçağından çıktığı belirtilmişti ama o günün şartlarında acaba Yunanistan’da kim buna inanırdı.

İkinci Kaloyannis görüşmesi için Atina’ya gittiğimde defileler de yaptığımızı öğrenen Dimitri bizi bir defileye götürmüştü. Defilenin yapılacağı yer Atina’nın merkezinden biraz uzakta binaları ve dokusu bizim Büyükada’ya benzer bir bölgede tarihi bir oteldi.

Defilesi yapılacak kişi Yunanistan’a Türkiye’den göç etmiş bir ailenin oğlu idi. Paris’te ünlü Chloe markasının baş tasarımcısı olmuş daha sonra da kendi markasını yaratmıştı.

Masa düzeninde olan ve mankenlerin podyumda değil de davetlilerin arasında yürüdükleri “Haute Couture” tarzı defileden önce defileyi tertip eden derneğin yöneticileri uzun uzun konuşmalar yaptı.

Konuşmalar sırasında aynı masada oturduğumuz ve daha biraz önce gayet güzel sohbetler yaptığımız çoğu da medyadan olan masa komşularımızın hepsinin gözlerini bizden çekip yere bakmaya başladıklarını fark ettim.

Konuşmalar ilerledikçe de içinde geçen bazı kelimelerden ve sık sık öfke dolu bir ifade ile İstanbul adının geçmesinden anladım ki bu dernek “İstanbul Yunanistan’ındır” amacını güden ve Türk’lere karşı nefret hisleri ile dolu insanların kurduğu bir dernekti.

Ama işin güzel tarafı defilenin bitiminde yaşandı.

Sahneye çıkarak kendisini alkışlayan seyircileri selamlayan tasarımcı ve sonradan annesi olduğunu öğrendiğimiz daha yaşlı bir hanım hiçbir tebriği kabul etmeden son hızla bizim masamıza doğru yürümeye başladılar.

Meğerse Dimitri bir ara yanımızdan ayrıldığında kulise gitmiş ve anne oğula davetliler arasında İstanbul’dan gelen iki kişi olduğunu söylemiş. Onlar da tebrik etmek üzere yollarını kesenlere hiç aldırış etmeden bir an önce bize ulaşmak için bu kadar hızlı hareket ediyorlarmış.

Yanımıza gelip de Dimitri bizi tanıştırdığında anne göz yaşlarına boğuldu ve “bizi ne kadar mutlu ettiniz anlatamam” dedi. Oğlu da sürekli “sağolun, sağolun” diyordu.
Sonra yine masamızdakiler başta olmak üzere herkesin şaşkın bakışları arasında anne oğul masamıza oturdular ve uzun bir sohbete daldık.

Anne benim de çocukluğumun geçtiği Çiftehavuz’lardaki Liz Pastahanesini sorup da benden hala duruyor cevabını aldığında yüzünde oluşan mutluluk ifadesini anlatmam mümkün değil.

Yine daha sonraları yaptığım bir başka Atina- İstanbul uçuşumda ise uçakta 17 Kasım Devrimci Örgütü tarafından hain bir sukaste kurban giden Türkiye Atina Büyükelçiliği Basın Ataşe Yardımcısı Çetin Görgü’nün tabutu taşınıyordu. Uçakta tam yanımda da daha henüz 1 ay önce evlenmiş bulunduğu eşi Müjgan Pakoğlu ve babası Mustafa Pakoğlu göz yaşları içerisinde oturuyorlardı. Mustafa Pakoğlu’nu Ufaş dönemimde firması Pak Kürk ile yaptığımız etkinliklerde yer aldığı için oldukça iyi tanıyordum.

Yani Kalimerhaba organizasyonunu böyle büyük tezatlar yaşanan bir dönemde alnımızın akı ile yapmayı başarıyoruz.

Bundan yıllar sonra yine aynı isimle bir de “prime time” televizyon programı yapacağım.

İş, Sanat ve daha fazlası için, benimle iletişime geçin.

Olcayto Ahmet Tuğsuz

Olcayto Ahmet Tuğsuz